Tuesday, August 28, 2012

No Kitty!






Hayvanlarla ilgili çocukluğumda pek hoş anılar yok. Çünkü annem onlara yaklaşmama pek izin vermezdi. Dokunmak söz konusuysa, sadece sahipli köpekleri sahiplerinin gözetiminde sevebilirdim. Dokunmak söz konusu değilse, bir tane balığım olmuştu hani şu fanustakilerden. Adı Bambi'ydi.(Nedense geyik ismi) Bir sabah kalktığımda onu yerinde göremedim. Anneme sorduğumda bana hastalandığını ve onu aldığımız yere geri götürdüğünü söyledi. O zamanki çocuk saflığımla bunu yutmuştum. Ama gerçek daha trajikti: Maalesef Bambi ölmüştü. Sonra bir ara muhabbet kuşum oldu. Ama tüylerine alerjim olduğu için onu da vermek zorunda kaldık. Zaten ne biçim muhabbet kuşuysa, ne konuşuyor ne de uçuyordu. Sadece fırsat bulduğu zamanlarda kafesin demirlerinin arasından çıkıp kül tablasının içine konuyordu. Muhabbet kuşunu verdikten sonra bir kaç yıl geçti. Bir tanıdığımız ben çok istiyorum diye bana pazarda satılan sarı civcivlerden aldı. O kadar küçükken civcivlerin ne kadar hassas olduğunu bilirsiniz. Gece uyurken yanlarında el feneri yakmak zorundaydık ki donmasınlar. İlk geceyi fener vesilesiyle güvende geçirdiler. Sonraki gece ise fenerin pilinin bitmesiyle birlikte onların da sonu en az Bambininki kadar kötü oldu. :( Son olarak 10 yaş doğum günümde bir su kaplumbağam oldu. Sanırım en sorumlu olarak baktığım evcil hayvan oydu. Onunla 5 yıl boyunca beraberdik. Bu dönem içinde beni feci şekilde ısırması da dahil olmak üzere bir sürü muhteşem olay yaşadık. Ama lise 1 e geldiğimde artık vücut bütünlüğüme zarar gelmeden onunla ilgilenmem zor oluyordu, çünkü kocaman olmuştu, ısırma hamlesi yaptığı zaman kafası çok uzağa yetişebiliyordu. Ayrıca onu doyurmak mümkün değildi. Çok büyüdüğünden dolayı kaplumbağa yemi artık yeterli değildi ve ne bulursa onunla idare ediyordu: Buna tost ve çiğ tavuk da dahildi. Bu durumlara daha fazla tahammül edemeyip en sonunda onu pet shopa verdik. Kediler konusunda ise neredeyse hiç deneyimim yoktu. Annem kedilerden hiç hoşlanmazdı ve bu yüzden benim de onlarla samimiyet kurmamı istemezdi. Ev kedisi olan tanıdığımız zaten yoktu. Sokak kedilerine ise dokunmam yasaktı. Ortaokula geçtiğim sene kolum alçıdayken en büyük uğraşım yan bahçedeki yavru kedilerin annesine süt vermek oluyordu. Yavrular gün geçtikçe annelerinin sütüyle büyüdüler. Fakat yine bir felaket sonucu bir gece köpekler tarafından katledildiler.











Size anılarımın iyi olmadığını söylemiştim.











Ama liseye geçmemden sonra bu konudaki durum tersine döndü diyebilirim. Lise 2 den itibaren şu an en yakın arkadaşlarımdan biri olan T.nin evine kalmaya gitmeye başladım. Onların her zaman ortalama 3 tane kedileri vardı. İlk zamanlar Tombiş popülerdi. Kendisi bulaşık makinesinin pervanesiyle oynamaktan hoşlanıyordu. Maalesef biz lise 4 teyken öldü. Boncuk evin en şirin ama en yaşlı kedisiydi. Sanırım yaşlı olduğu için bazı hafıza problemleri yaşıyor, çünkü başörtülü olan kişileri birbirinden ayırt edememek gibi bir problemi var.(hâlihazırda) Ortamda yabancı birini fark ederse de hemen arazi oluyor ayrıca. Diğer bir tanesi Tonton. Tonton zaten ilginç pozlarıyla, özellikle de tıp notlarının üzerinde yatarken verdiği pozlarla Twitter'da oldukça popüler. Bu güzide kedinin hobileri arasında marul yemek vardır. Evet yanlış okumadınız. Hayvan marul yiyor; hem de bizim ezberlerimizi bozarcasına. Sadece hastalandığında değil, her an yemek istiyor. Bizler için Burger King yemekleri neyse Tonton için de marul o. Hani biz kola kutusu açılırken çıkan o olağanüstü sese duyarlıyızdır ya, Tonton da aynı duyarlılığı buz dolabına karşı gösteriyor çünkü dolapta marul var!






Ama T.nin evindeki kedilerin en ilginci açık ara farkla Padi. Padi T.lerin evine yaklaşık 50 tane kedisi olan bir kadının bahçesinden gelmiş. Biz Padi'nin bu ilginç durumunu o bahçede yaşadığı yavruluk travmasına bağlıyoruz. Bu hayvan oturan bir insan gördüğü anda, o kişinin üzerine mutlaka oturmak zorundadır. Bu ilk başta size oldukça sevgi dolu gelebilir. Ama bir süre üzerinizde oturulduktan sonra bacaklarınız ağrımaya ve terlemeye başlıyorsunuz. 5 dk yere indireyim deseniz, hoop tekrar kucağınızda bitiveriyor. Çok güzel bir kedi olduğu için onu seviyorsunuz. Ama bu yılışıklığı insana kal getirecek derecede. Buna ek olarak Padi hayatımda gördüğüm en agresif yaşam formlarından biri. Kendisiyle aynı ortamda başka bir kedi bulunmasına asla tahammül edemiyor ve hemen vahşice saldırıyor. Dediğim gibi yavruluk travması. Bence bebekken diğer 50 kedinin arasında hep hayat mücadelesi vermek zorundaydı ve o yüzden böyle agresif oldu. Ve onu bebekken kimse kucağına alıp sevmiyordu, o yüzden eski günlerin acısını çıkarırcasına şu an bulduğu tüm kucakları kişi ayrımı gözetmeksizin değerlendiriyor.






Ben Padi'nin bu haline çok gülüyordum. Bir gün arkadaşım T. bana bir resim gönderdi, ve "Aynı bizim Padi, değil mi? :D" dedi. Bakınız resim aşağıdadır:


















Padi'ye çok güldüğümden olsa gerek, benim başıma şimdi daha kötüsü geldi. Datça'dayım şu an ve burası çok güvenli bir yer. O yüzden geceleri yatana kadar kapıların açık durması burada adet gibi bir şey. Bembeyaz ve çok tatlı bir kedi var burada. Kendisine  Kartopu ismini verdim. Evin kapısı sürekli açık olduğu için Kartopu dilediği gibi giriş çıkış yapabiliyor. Ve bu kedide Padi'de olandan daha kötüsü var: Hem sürekli kucağınızda olmak istiyor hem de kucaktayken bile sevgi arayışına devam ediyor.(Bu yüzden kendisine Padi Plus da diyoruz.) Hani kediler kendilerini sevdirmek için başlarını insanların bacaklarına sürterler ya. Kartopu bunu sizin kucağınızdayken size yapmaya devam etmek istiyor. İnternet başında biriyle yazışıyor oluyorum, hayvan tepemde. Klavyenin üzerine çıkıp harflere basıyor. Yere indiriyorum tekrar kucağıma çıkıyor. Evden dışarı çıkarmak istesem yine gelecek çünkü kapı açık duruyor. Çok sabrımı taşırırsa çareyi onu korkutarak kovalamakta buluyorum, o zaman bir süre gelmiyor. Bugün namaz kılarken seccadede öyle bir noktada durdu ki, ne üstünden ve yanından secde etmeyi başaramadım. Hoş zaten başarsaydım da muhtemelen bu sefer de kafamın üstüne çıkacaktı. Hayvanın değişik huyları var...











Evet dediğim gibi hayvanların değişik huyları var, aynı insanlar gibi. Bunu onlarla beraber uzun süre geçirdiğinizde anlayabiliyorsun ancak. Ve sorumluluğu da çok büyük. Bir insan yavruyken şirin diye aldığı bir evcil hayvanı yaşlanıp da hastalandığında sokağa atmamalı, bu zalimce geliyor bana. Ama hayatın gidişatı içinde insan buna mecbur olabiliyor. O yüzden belki de en iyisi en başta hiç almamak, eğer sorumluluğunu taşıyamayacaksak. Aksi takdirde sonuçlar benim çocukluğumda olanlar gibi son derece trajik olabiliyor...

No comments:

Post a Comment